Sokak sanatçılığından gelip üne kavuşmak
MÜZİĞE küçük yaşlardan beri ilgi duyan Koray Avcı, genç yaşlarda Erzincan’ın dayanışma gecelerinde türkü söyleyerek sahneye ilk adımını attı. Bu deneyimin ardından 25’ten fazla şehrin sokaklarında gitarıyla şarkılar söyleyen Avcı, arabeskten türküye, poptan halk müziğine, oyun havalarından Türk sanat müziğine kadar çeşitli türde eserleri yorumlayarak özgün tarzını yarattı. Kısa sürede önce sokaktaki insanın, ardından sosyal medyanın ve son olarak da müzik camiasının dikkatini çeken sanatçı, şu sıralar satış listelerinin üst sıralarında yer alıyor.
Sokak sanatçılığından gelip üne kavuşmak hayatınızda neleri değiştirdi?
Hayat standartlarımda değişen bir şey olmadı. Yine ekmeğimi yumurtaya banıyorum, menemenimi afiyetle yiyorum. Şöhret benim için hiçbir şey ve beni alakadar etmiyor. Halen otobüse, metrobüse, minibüse biniyorum. Sanatçı olarak memleketin insanına nasıl davranırsan o da sana öyle davranır.
Sokaktaki insanların neden sizi bu denli sahiplendiği konusunda bir fikriniz var mı?
Onlarla gönül dilinde konuşuyorum. Çok fazla iddiam yok. Yeni neslin beni dinlemesi hoşuma gidiyor. Ben hâlâ ne olduğumu bilmiyorum. Sadece şarkı söylemek beni mutlu ediyor. Tatil falan yaptığımda boğuluyor gibi oluyorum. Sahneye çoğu kez hasta çıktığımı bilirim. 39.5 derece ateşle titrerken, böbrek taşı düşürürken, ayağım sakatken bile sahneye çıkıyorum. Ölüm döşeğinde olsam bile sahneye çıkarım. Çünkü sahnede hayat buluyorum.
Yaptığınız müziği nasıl tanımlıyorsunuz?
Yaptığım müziğin bir tanımı yok. Sezen Aksu da, MFÖ de, Mahzuni Şerif de, Ahmet Kaya da, Neşet Ertaş da okuyorum. Müziği sınıflandırmanın yanlış olduğunu düşünenlerdenim. Müzikal anlamda tarzım da sınıfım da yok.
Uzun yıllar sokakta çalıp söylediniz. O günlerden bugünlere geliş hikâyenizi dinleyebilir miyiz?
Çocukluğumdan beri resim ve müziğe karşı ilgim vardı. Şarkıcılıktan ziyade ressam olmak istemiştim ama babam izin vermemişti. 20’li yaşlarımda Erzincan’ın dayanışma gecelerinde türküler söyleyerek müzik yolculuğuma başladım. Ailem ‘ilim irfan sahibi’ olmamı istediklerinden istemeyerek de olsa Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü’nü kazanıp, müziği askıya alıp Muğla’ya gitim. Orada sevdiğim ortamı bulamasam da, sokakta gitar çalan bir arkadaşımın yanına oturup şarkı söylememle hayatım değişti. O günden sonra sokaklarda şarkı söylemeye başladım. 2012 yılında okul bittikten sonra Ankara’ya döndüm ama sahneye çıkamıyordum. Bu kez bir başka gitarcı arkadaşımla toplu taşıma araçlarında çalmaya başladım. Nihayetinde verdiğimiz bir konserde tanıştığımız Dokuz Sekiz Müzik’in sahibi Ahmet Çelenk sayesinde profesyonelliğe adım atmış oldum.
Gerek sahnede gerekse günlük hayatta sık sık şalvarla karşımıza çıkıyorsunuz. Neden?
Kot pantolon giyemem, kemer falan takamam ben arkadaş. Sahnede Adana şalvarı giyiyorum. Püfür püfür esiyor, ne güzel işte. Şalvarı Anadolu sahipleniyor, daha ne olsun? Dünyaya baktığımızda ABD’de sanatçılar şalvar giyiyor, ben niye giymeyeyim? Biz şalvar giyince olay oluyor ama yabancılar giyince olay olmuyor. Pantolonla sahneye çıkınca kendimi çıplak hissediyorum. Kimse benim giyim tarzımı sorgulayamaz.
Sakalıma ve saçıma gösterdiğim özeni müzik kariyerime gösterseydim var ya… Gerçi malzeme belli pek bir şey olacağı yok ama saçıma ve sakalıma her sabah yarım saat bakım yapar, kremler sürerim. İnsanlar ne görüyor bilmiyorum ama ben bakımlı erkeğim. İleride tepemde uçak pisti oluşmasını istemiyorum. İmaj değişikliği yapmam söz konusu değil. Bir de bana ‘Sen hipster mısın’ diye soruyorlar ama alakam yok.
Kaynak: Habertürk